Page 192 - Kuran Yolu Meal bildinmi bildinmi.com
P. 192

2 / BAKARA SÛRESİ · 114 – 115



                 olarak alan Ehl-i kitabın ibadet özgürlükleri ve tapınaklarının saygınlığı
                 Hz. Peygamber’den itibaren müslüman yöneticilerin titizlikle uydukları
                 bir ilke olarak yaşatılmıştır. Hatta Hz. Peygamber, Necranlı bir hıristiyan
                 heyetinin Medine Mescidi’ne girerek burada kendi dinlerine göre âyin
                 yapmalarına bile izin vermiştir (İbn Sa‘d, Tabakāt, Beyrut, ts. [Dârü Sâdır],
                 I, 357). İşte diğer kitâbî dinlerin ibadet ve mâbedleri için bile böylesine
                 saygılı bir bakış getiren İslâm dini, kendi mâbedleri olan mescidlerde iba-
                 det edilmesine engel olan ve bu mukaddes mekânların tahribine çalışan-
                 ları zalimlerin en zalimi saymış (zulüm teriminin Kur’anî anlamı için bk.
                 Bakara 2/54); bu sebeple konumuz olan âyette onların mescidlere, ancak
                 müminlerin gücünden korkarak, onlar tarafından yakalanmaktan korkup
                 çekinerek girebileceklerine (Râzî, IV, 11), bunun için de müminlerin güçlü
                 olmaları gerektiğine; ayrıca mâbedlerin, kötü niyetlilerin oraları tahribe
                 ve ibadet edilmesini engellemeye cesaret edemeyecekleri şekilde güvence
                 altında tutulması gerektiğine işaret edilmiştir (“dünyada rezillik” ifadesi-
                 nin açıklaması için bk. Bakara 2/85).

                 115. “Doğu” ve “batı” kelimelerinden maksat, yeryüzünün tamamı, hat-
                 ta yeryüzüyle birlikte orada bulunan bütün varlıklardır (Taberî, I, 503).
                 Dolayısıyla yeryüzü Allah’ın eseri ve mülkü olduğundan şu veya bu yönün
                 diğerine göre herhangi bir üstünlüğü yoktur; yeryüzü bütünüyle bir mâbed
                 gibi olup aslolan ibadetin Allah için yapılmasıdır. İbadet esnasında zorunlu
                 olarak bir tarafa yönelmekse ancak sembolik bir anlam taşır. Nitekim müs-
                 lümanlar, başlangıçta kutsal bir mekân olarak Kudüs’teki Beytülmakdis’e
                 yönelerek ibadet etmişler, daha sonra bu sûrenin kıbleyi belirleyen 144.
                 âyetinin inmesi üzerine Kâbe’ye yönelmeye başlamışlardır. Her ne kadar
                 115. âyetin 144. âyetle neshedildiğini savunanlar olmuşsa da (bk. Taberî,
                 I, 502; Râzî, IV, 18-19), bu iki âyet arasında nesihle izahı gerektiren bir
                 uyumsuzluk söz konusu değildir. 115. âyet, her yerde ve her yöne yönelerek
                 Allah’a ibadet ve dua edilebileceğine, yani konunun özüne işaret etmekte,
                 144. âyet ise namazla ilgili özel uygulamayı belirlemektedir (kıble konusun-
                 da genişbilgi için bk. Bakara 2/142 vd.). Bazı rivayetlerde (bk. Şevkânî, I,
                 144-145) bu âyetin, kıblenin hangi tarafta olduğunun bilinmemesi veya
                 bilinse bile hastalık, yolculuk, savaş gibi özel durumlar sebebiyle o yöne



          194
   187   188   189   190   191   192   193   194   195   196   197