Page 116 - Kuran Yolu Meal bildinmi bildinmi.com
P. 116
2 / BAKARA SÛRESİ · 40 – 48
la İslâmiyet’i kabul etmeye davet edilmiş; hakka saygı duyup onu bâtılla
karıştırmamaları, namazı kılıp zekâtı vermeleri, başkalarına buyurdukla-
rı iyilikleri kendilerinin de yapmaları istenmiştir. Fahreddin er-Râzî’ye
göre yahudilerin, gerektiğinde mallarını ve itibarlarını tehlikeye atma
pahasına, eski inanç ve alışkanlıklarından sıyrılarak bu yeni inanç ve
hayat düzenini yani İslâmiyet’i kabul edip uygulamaları onlara güç ve
meşakkatli geldiği için âyette bu güçlüğü sabredip namaz kılarak yenme-
leri öğütlenmiştir (III, 48-49). Kuşkusuz bu isabetli tesbit, her zaman
için ve aynı konumda bulunan her kişi veya zümre hakkında da geçerli-
dir. Zira insanların din değiştirmek gibi çok önemli kararlarında sade-
ce aklî olarak bu dinin doğruluğunu kavramaları yeterli değildir. Bunun
yanında pek çok psikolojik ve hâricî baskılar insanların eski yanlış inanç
ve tutumlarını sürdürmelerinde etkili olmaktadır. Kur’an bu güçlüğün
aşılmasında belirtilen baskılara sabır denilen psikolojik ve ahlâkî irade
ile direnmeyi, ayrıca bu iradeyi namazla da fiilî olarak destekleyip güç-
lendirmeyi öğütlemektedir. Namaz, Allah ile kul arasındaki ilişkiyi bir
ömür boyu amelî olarak sürdüren en canlı ve sürekli bir ibadet olduğu
için âyette bu ibadetin, insanın inancını ve inancı doğrultusunda oluştu-
racağı kararlarını güçlendirip eylemlerini dinî ve ahlâkî hükümler çerçe-
vesinde geliştirmesine yardımcı olacağına işaret edilmektedir. Nitekim
“Kuşkusuz namaz hayasızlık ve kötülükten meneder” meâlindeki âyette
de (Ankebût 29/45) namazın bu tesiri açıkça ifade edilmiştir.
Terim olarak huşû “Allah’a gönülden saygı duyup bağlanmak, boyun
eğip itaat etmek” demektir. Sabrın ve özellikle namazın yukarıdaki olum-
lu tesirinden nasibini alacak olanlar, ancak Allah’a huşû ile bağlanan,
boyun eğenlerdir. 46. âyete göre onların Allah’a olan bu içten bağlılık ve
saygılarının en başta gelen sebebi ise rablerine kavuşacaklarına, sonun-
da mutlaka O’na döneceklerine olan kesin inançlarıdır. Ancak bu inanç
sayesindedir ki insan, rabbine kavuşmayı ve dolayısıyla âhiret kurtulu-
şunu dünyanın bütün nimetlerinden daha önemli görür ve bu uğurda her
türlü meşakkate rıza gösterir. Esasen İslâm akaidinde, âhiret inancının,
–Allah’a iman ve peygamberlere imanla birlikte– “usûl-i selâse” (üç ilke)
denilen en önemli itikad esasları arasında yer alması da bu inancın belir-
tilen dinî ve ahlâkî fonksiyonundan ileri gelmektedir.
118